11 Şubat 2012 Cumartesi

Yorgunum evet! Ama...

Kulaklarımı Mozart'ın Reqiuem'ine dikmişim. Kuyruğum olsa sallayacağım şu an müziğin sahipliğine....
Nasıl üzebilirsin ki beni böyle bir anda? Ne kadar dayanır benim umursamazlığıma zavallı küçük öfken? Her şeyin gibi o bile eften püften...

Yorgunum evet!

Ama yorgunluktan değil, anlamsız bulduğumdan mücadelende değil kafam. Dinginim ben, dengin değilim. Cümlelerimi mutluluk denen bencile adamdım bile. Ve sunağında kelimelerin, her daim siyah olanlarını kurban veriyorum. Kuş olup uçuyorlar! El sallamaya üşeniyorum arkalarından. Soluma yine bir kalem düşmüş. Henüz darbe almamış metal gövdesiyle yatıyor. Hala yazılabilir şeyler var der gibi susuyor. Burnuma her gün sayfa sayfa kan kokusu salsalar da, kirli gövdenle karşımda dursan da, başımı yukarı kaldırıp derin bir nefesi kara bulutlarıma salıyorum. Bir adım! Bir adım daha! İlerliyorum... Dokunacağım çok ağaç gövdesi var. Her birinde bir çentik ve reçinesinde beyaz sayfalar...

Tuzaklarını bir bir görüyorum. Ayak bileğimde dişinin acısı, saçlarımda parmaklarının zulmü olsa da direniyorum. Direndikçe üstüne yağan tebeşir tozlarını, mürekkep damlalarını üflüyorum rüzgara kuvvet. Ve hayat sesleniyor... Madem insansın sen de bana bir şey öğret... Bir işime yara tüm yaralarında...